Cuma, Temmuz 29, 2011

Dorian Gray

                Çok güzeldin. Hayır, çok güzeldin. Gençtin ve hep öyle kalmak istedin. Yıllarca hiç, hiç değişmedin.
                Herkesin ilgisini çektin. O balo salonunda, daha masumiyetini şeytana satmadan, her kadının, adamın ve arada kalmışların aç bakışlarını üzerine çektin.
                Güzeldin, hayır çok güzeldin. Gençtin ve hep öyle kalmak istedin.
                Saçların, kahverengi teller ormanı ve vücudun uçsuz bucaksız bir beyazken, aşka, sevgiye, aileye ve özgürlüğe sahip olabilecekken, hepsini elinin tersiyle ittin. Çünkü saçların ve gözlerin ve aksanın ve cildin ve yüzün ve gençliğin, tüm o pahalı kadınların ve adamların, kızların ve düşmanlarının satın alamayacağı o güzellik daha çekiciydi. Ruhuna, aşkına, vicdanına karşılık gençliğini seçtin.
                Seni çok sevdim Dorian. Kapımı çalan, saçlarımı okşayan, başını omzuma yaslayan, benimle ağlayan, düştüğümde kaldıran insanları nasıl sevdiysem, seni de, seni anlatan kelimeleri de öyle sevdim.
                Emindim, ruhunu sattıktan sonra tek gerçek, masumiyetini okuyan bizlerdik. Ve sen bizi sevecektin. Tabi sonra hepimizi terk ettin. Küçük tatlı bir tiyatrocu için, kokunu sindirdiğin kalplerimizden koşar adım uzaklaşarak gittin.  Çiçekler ve şaraplar ve geziler… Hepsi senin için yapılan minik bir pandomima. Sana özel, küçük bir kanto. Sonra küçük oyuncun, gerçek bir sahnede kendini görmek istedi. Çünkü o, adını bilmediği beyaz atlı prensiyle evlenecekti. Bir rüyaya yatacaktı. Ama kendi aşkından Juliet’in aşkını kuruttu. Omzunda oturan Eros, düştü o zaman ve sen tam bir canavar oldun.
                Yine de o kadar güzeldin ki: ruhsuz, aşksız, yalnız ve kendine yabancı. Şimdi, elinde masum bir kadının kokusuyla sokaklarda geziniyorsun. Suçlu değilsin, çünkü vicdanın yok. Sana baktığımda, hala güzelsin. Sen kendine baktığında, kırışan cildini görebilirsin.
                O kadar güzel ve suçlusun ve her şeye rağmen mutlusun ki… Yastasın ve korkuyorsun. Yalnızlık ve terk edilmişlikten korkup günahlarını taşıyan tabloya frengi bulaştırıyorsun.
                Herkes sana aşık olmaya devam ediyor ama artık seni sevmiyorum. Gözümde o kadar da güzel olmadın hiç zaten. Gözlerindeki masumiyet sönmüş, yumuşak çizgilerin sertleşmiş… Her geçen sayfada biri seni öldürsün diye bekliyorum. Tam senden vazgeçmişken yeni bir aşkla karşıma çıkıyorsun. O an benden çok büyüksün ama benim kadar genç duruyorsun. Affettim diyorum seni. Hayatına tanıklığa dönüyorum.
                Oyunlar oynuyorsun insanlarla ve her bir piyonun düşüşünü izliyorum. O kadar çirkinsi tablonda… Kendini üstün tuttuğun tüm canavarlardan biri fark ediyor ikimizin küçük sırrını. Sen iç savaşa düşüyorsun.
             
                     Melek veya şeytan… diyorsun. Ruhumdan vazgeçtim.
                Zevkimin kölesiyim.
                Kontrol kazanmak için kontrolü kaybettim.
                Düşmanım, diyorsun, Senin şeytanın olacağım. Şiddet dolusun. Güzel ve kötü. Bir meleği sattın: Gençliğimi ve güzelliğimi korumak için.

                Küçük kız, diyorsun. Yabancı bir zamanda, yabancıyım ve vaktim tükeniyor.
                Ve son verdiğin soluğu duyuyorum sayfaları çevirirken. Cildin kırışırken o kadar güzelsin ki… Hastalık sende o kadar güzel duruyor ki. Gözlerini kapatırken, portren tekrar canlanıyor. Tanınmaz haldesin ama yine masum Dorian’sın. Herkesin göremediği Dorian.