Pazar, Haziran 19, 2011

Otel

Bir odaya girdiğimizi düşün. Kalın, kırmızı, kadifemsi bir kumaştan yapılmış ağır perdelerin kapattığı pencereleri gör. Odanın tam ortasındaki kocaman yatağı fark et sonra. Oda bomboş aslında. O uçsuz bucaksız yatak, perdeler, yerdeki telefon, sen ve benim dışımızda bomboş oda. Üzerimdeki, o çok sevdiğin pembe elbisenin eteklerinin açık pencereden gelen esintiyle dans edişini izle. Beni seninle aynı boyda gösteren lacivert topuklu ayakkabıların yere düşüşünü duy. 
Yanında sana masal anlatmam gerekmemeli, kalplerimizi yarıştırmak istediğimi anlaman için. Ama bu gece çok yorgunum. Her zamankinden daha yavaş nefes alıyorum. Her zamankinden daha uzun nefes veriyorum. Elbisemi çıkarmak için bana uzanıyorsun ama ben yatağa oturuyorum. “Kaldıramıyorum” diyorum göz yaşlarım rimelimi akıtmak için birbirleriyle yarışırken. Avuçlarımda toplanıyor elbisemin etekleri ve ben orada oturmuş sana bakıyorum. 
“Ooof!” dökülen göz yaşlarımı silerken iç çekiyorsun. Aslında isyan ediyorsun bana. Kırgınlığıma.
Siyah gözlerinde görüyorum umutsuzluğunu, çaresiz duruşunu… Çünkü bu benim savaşım ve sen, düşmanımın 
oyuncususun. 

Benden bir şeylerin eksildiğini biliyorsun. Saçlarımı okşamaya başlıyorsun, ağlamama izin verir gibi. “Düşersen ben seni tutarım” der gibi. Birden artıyor göz yaşlarım ve “Çirkinim.” diyorum. “Rimellerim akarken, çok çirkinim.”
“Olsun.” diyorsun, dudakların ellerimdeyken. Parmak uçlarım sadece seni hissediyor, ve burnum sadece senin kokunu alıyor. Fakat bir tarafım, bunlara rağmen biliyor gideceğini. Seni hisseden tarafımsa, kalacak diyor. “O hep senin olacak.”
Düşüncelerimin hepsi, benim elimden çıkıyor ve senin suratına taşınıyor. Ne yapacağını bilmiyorsun. O yüzden sırtıma göğsünü yaslayıp ağlıyorsun. İlk defa bu kadar yakında hissediyorum seni. Kalp atışlarını hissediyorum sırtımda, ama her şeye rağmen beni korkutuyorsun.

Kapı çalıyor ve beni saran kollarını aniden çekip kalkıyorsun yataktan. Beni geride bırakıyorsun. Kapıda, otelde çalışanlardan biri var. Suratını seçemiyorum, fakat sesini resepsiyonda duydum. “Sizi arayan birisi var efendim.” diyor sana. Seni lobide bekleyen başka bir kadın var.

Benden izin isteyip gitmeni bekliyorum. Korkmuyorum ve üzülmüyorum. Çünkü lobideki kadının varlığını, kendi varlığımdan daha iyi biliyorum. Göz yaşlarım diniyor kadının suratı gözlerimin önüne gelince. Sana git demek istiyorum. Ama susuzluktan  sesim çıkmıyor. Tam “Git” diyecekken sana, kapıyı kapatmaya başlıyorsun. “Bugün değil.”
O an sadece benimmişsin gibi hissediyorum. Bedenin, ruhun, aşkın, kalbin, müziğin, hatalı cümlelerin, hepsi benim içinmiş diye düşünüyorum. O an, seni başka bir kadınla paylaşmıyorum. Bana dönüp oturuyorsun. Gözlerindeki beklentiyi okuyabiliyorum. İsyan bekliyorsun. Çığlık. Göz yaşı. Bende hiç biri yok.

Elbisemin eteklerini tutuyorsun ve beni kendine çekip uzanıyorsun. Parmak uçlarım neredeyse seninkilere değecek. Seni sevmek istiyorum, ama çok yorgunum. Sen, benim kazanamayacağım bir oyunsun. Dudakların boynuma değmek üzereyken itiyorum seni. Karşı çıkacaksın sanıyorum bir an fakat ayakkabılarımı elime almışken doğrulup konuyorsun.

“Seni” diyorsun “vicdanımı rahatsız edecek kadar çok seviyorum.”

Çıplak ayaklarımla yatağa yaklaşıyorum. Parmaklarım dudaklarında fısıldıyorum, “Bugün benden başkasının olma.”
Ben ağlamadan, ağlamaya başlıyorsun. Sanırım bu sefer anlıyorsun. Benden birşey eksildi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder